DOLAR 32,1774 0.01%
EURO 35,1644 0.02%
ALTIN 2.462,13-0,19
BITCOIN 21211346,40%
İstanbul
17°

KAPALI

03:53

İMSAK'A KALAN SÜRE

M.Zeki Sayın

M.Zeki Sayın

05 Kasım 2022 Cumartesi

    Mevduat Faizi ve Yatırım

    Mevduat Faizi ve Yatırım
    0

    BEĞENDİM

    ABONE OL

    Ülkemiz için şunu söylemek istiyorum, Atıl parası olan birçok kişi bankalara yatırdığı parasını nemalandırmak isteyebilir ve onu da faiz veya kardan pay olarak alırlar. Katılım Bankaları faiz değil mevduat sahibinin parasını kullanma karşılığında kar payı dağıtırlar. Faiz ve kâr payı vermeyen finans kurumları var mı? Henüz ülkemizde böyle bir finans kurumu yok.

             Şu anlarda dünya devletlerinin bir kısmında mevduat faizi verilmedi ve tam aksine mevduata saklama bedeli almaktadır. Buna rağmen güven unsurunun kuvvetli olduğuna inandığı devletlere rahatlıkla parasını götürüp emanet edebilmektedir. Demek ki buralarda mevduat getiri faiz değil anaparalarının emniyet içinde olabilmesidir.

             Ülkemizde ne olmaktadır? Bugün bankalar mevduat faizlerine %20 ve daha fazla faiz verebilmektedir. Neden böyle çünkü bankalarda hayatlarını idame ettirebilmek mecburiyetindedir. Zira kredi alanlar pandemiyi de bahane ederek aldıklarını ödemekten kaçmışlar ve çoğu yapılandırma istemişlerdir. Verilenler zamanında gelmeyince de mevduata verilen faizi artırarak para toplamaktadır. Zaruret mevduata yüksek faiz vermeyi mecbur kılmıştır.

             Bu günlerin dışında normal zamanı düşündüğümde acaba diyorum mevduata faiz verilmemiş olsa ne çıkar. Mevduat yani kişilerin atıl paraları ya ortada dolaşır (yastık altında), ya yabancı paraya çevrilir ya da güven duyarak yine finans kurumlarına paralarını emanet ederler. Piyasada dolaşan paralarını korumak için yeni ortaklıklar kurabilir, yatırım yapabilirler. Küçük tasarrufların birleşmesiyle çok ortaklı şirketler meydana gelebilir ve üretim, imalat artımı ile ülkenin en büyük ihtiyacı karşılanmış olabilir.

             Bir ülke ekonomikman kuvvetlendikçe ortada gezip (yastık altına girmeden) yabancı paraya dönüş yapanlarda ondan vazgeçmiş olacaktır.

             Mevcut nizamın esas unsuru olmasından mütevellit kapitalist nizam yolunu faiz durumuna göre çizmiş olduğundan faiz nispeti oldukça önemlidir. Dolaysıyla başka ülkedeki atıl para kendisini gidip gitmeyeceği yeri faiz nispetine göre seçmektedir. Böyle olunca da sıcak paraya ihtiyacı olan ülkelerin faiz nispeti önemlidir.

             Bir ülkenin imalat ve üretim ile gerekli ihracatı yapamıyorsa ve de yapmak istiyorsa bunun için yeterli sermayesi yoksa her zaman borçlanmaya ihtiyacı var demektir.

             Bir ülke devamlı borçlanarak, borcu borçla ödemek ne zamana kadardır! Bu bir saadet zinciri ise böyle devam ederse halkanın biri zamanı geldiğinde kırılabilir. Tamiri zaman alır. İthal ikameli sanayi yatırımların gecikmesi ilerisi için iyi neticeler veremeyeceği de aşikârdır.

             Elbette iş bu yatırımların tamamen öz sermaye ile yatırımları da günümüzde çok azdır. Zira zamanımızda yabancı sermaye de kullanarak yapılan yatırımlarda mevcut nizam içinde bazı avantajlara sahip olmaktadır.(Vergi gibi vs.)

             Esasen, borçlanırken ne zaman ödeneceği tespit edilir. Ama yatırımı yapanın hatası ile hükümetlerin ekonomik hataları sonucunda borcu ödeme zorluğu olabiliyorsa, her ikisini birbirinden ayırmak icabeder. Ama şunu da açıkça belirtelim ki borç ödemekte hüsnüniyet yani dürüstlük ön planda olması gerekir. İşletmenin ihtiyacı olan sermaye saklanmaya kalkılırsa arzu edilen hedefe ulaşılmaz.

         M. Zeki Sayın

    Devamını Oku

    Yalan Rüzgârı ve Ahlak Anlayışı

    0

    BEĞENDİM

    ABONE OL

               Ülkemizde çok şeyler değişti. Muasır medeniyetler seviyesine ulaşabilmek deyip Avrupa Devletlerinde yaşayanları kendimize örnek almaya çalıştık. Avrupa topluluğunda olabilmek içinde büyük mücadele verdik. Vermeye de devam ediyoruz. Her şeyi parayla ölçer hale gelince de ihracat yapan ticaret ehli en fazla ihracatımızı Avrupa’ya yapıyoruz, orada olmalıyız diye her hükümete baskı yapmaktadırlar. Mevcut hükümet ise Afrika cephesini açarak ihracatta çok yönlü çalışma gayretindedir. İhracatçılar mal satımını düşünürken, Avrupa Devletleri daha ideolojik davranarak, DİNİNİZİ, BAYRAĞINIZI değiştirmedikçe burada olamazsınız demektedirler. (Prof. Dr. Erdal İnönü’nün konuşmasından Başbakan Yardımcısı iken) Bunu da her idareci bilmektedir.

             Avrupa böyle düşünürken, biz onların hangi anlayışına yakınız veya birlikteyiz! İmalat – üretim sayı anlayışı yapılandırılmasına mı, ticari anlayışla buna mı, yoksa ahlaki anlayışına mı yakınız.

             Bir türlü sanayi hamlelerini yapamıyoruz. Bürokrasideki zorluklar, ithalatçıların tutum ve davranışları ile tasarrufu yerli yerince kullanılamayışınız. Bunların olmayışı sebebiyle ticari hareketimizde geri kalmaktadır.

             Ahlaki anlayışımız Avrupa halkına uygun olsun diyenler önce giyim kuşam dini anlayışımız bizi geri bıraktı teraneleri ile milleti idare etmeye kalkışmışlar, onda da muvaffak olmuşlardır. Bu düşünce azalmamış tam aksine çoğalarak devam edip gelmiştir. Misal mi; Devlet televizyonun iki numaralı kanalında gösterilen dizilere bakın, kurgu tamamen yalan ve zina üzerine yürümektedir. Yani kimin eli kimin cebinde belli değil. Demek ki bu konuda onları geçtik LGBT yürüyüşünün bir ucu Taksim meydanında iken bir ucu ise Şişhane’de idi. Belki de bir o kadar kişi alkış tutuyordu!

             Neticeye tesir edecek yalanın müeyyidesi Avrupa’da çok büyük ülkemizde ise su gibi sarf ediliyor. Zina kelime ve anlayışı ortadan kalktı. Evvelce zina eden vesikaya bağlamışlardı. Dizilerde ise bu davranışlar prim yapıyor. Bu dizilere de devlet göz yumuyor ve kişinin özel hayatı deyip işin içinden çıkıyor. İyi de bu neden seksen beş milyon insana gösteriliyor. Kişilerin özel hayatı ise neden aleni oluyor.

             Faziletli, prensip sahibi, sözünde olursan, yanlışlıkları kabul etmeyenler ise yalnız bırakılıyor. Dün şu kişi kötü kişidir dikkatli olun diye parmakla gösterilirken, şimdilerde şu kişi çok iyi, namuslu, sözünün eridir. Yalan söylemez, onda her şey yapılır diye parmakla gösteriliyor, nereden nereye!

             Son zamanlarda, seyrek sakallı takkeli, Arapça yazı yazabilen ne ediği belli olmayan dini ifadeler kullanarak aleni olarak kadınlarla beraber olan videoları servis edilmeye başlanmıştır. Bu halde mi kişilerin özel halleri? Bu kadar servis yapılıyorsa Allah için bunların yasaklanmasını sağlayan hiçbir yetkili farkında değil mi? Farkında ise bunlarda başka durumları düşünmek lazım.

             Zamanında hükümeti yıkmak için, aczimendi grubu, şeyh ali ve bilmem ne kızı çıkardılar ve güzel giden bir hükümeti yok ettiler. Şimdi bunlar neden mantar gibi bitmeye başladı? Devlet hangilerinin çarkına kum taneleri atmaya başladı. Düşünelim. 

    M. Zeki Sayın

    Devamını Oku

    Stagflation ile yaşamak olur mu?

    0

    BEĞENDİM

    ABONE OL

    Dünya’yı sarsan ve hayatın akışını değiştiren Covid-19 adlı mikrop, bir seneden fazladır hayatını devam ettirmektedir. Bu zaman zarfında ticari hayattaki değişiklikten en çok hizmet sektörü hareketsiz kaldı. İmkânı olan devletler bu sektörü desteklemeye devam ettiler.

             Hal böyle iken bu pandemi zamanında yasakların uygulanması nedeniyle ülkemizde çift haneli olan enflasyonun tek hanelere düşeceği düşünülürken maalesef öyle olmadı ‘‘ fiyat enflasyonu’’ alabildiğine büyüyerek devam etti, ediyor da. (Fiyat enflasyonu, ticaret yapanlar ve bunlara aracılık yapanların kontrolsüz bir şekilde fiyatları yükseltmesidir.)

             Ticaret erbabına sorarsanız, üretimdeki ara malların, ham maddelerin, üretim yapılabilmesi için alınan kredilerdeki faizin, çalışanların ücretlerinin artması, yani üretim girdilerinin ara malı verenlere ödenenler, müteşebbisin kar payları, yani üretim giderlerinin artması (inputların) sebep olmaktadır demektedirler. Dolayısı ile bu hale bir ‘‘maliyet enflasyonu’’ var demektedirler. Oysa bir hafta önce kilosu beş lira olan limonun, bir hafta sonraki pazarda tanesi dört – beş lira olması hangi girdinin yükselttiği düşündürücüdür.

             Gerek maliyet enflasyonu gerekse fiyat enflasyonu paralel olarak giderken birinin kontrolü diğerinin kontrolü demek olacaktır. O kontrol nasıl olacaktır?! Ya devlet elemanlarınca aralıksız olarak menşeinden tüketiciye kadar bölümde çok sıkı bir şekilde, istismarı yapılmaksızın, şişirilmiş rakamlar üzerinden değil, gerçek rakamlarla mukayese edilerek mevsimi de dikkate alarak karşılıklı araştırılması ile olacaktır. Tabiatı ile bu kontrol ‘‘Milli Koruma Kanunu’’ gibi olmamalı, halkı da üretici de üzülmemelidir.

             Ya da tüketici tarafından yapılmasıdır. Tüketici pazardan kilosunu on beş liradan biberi alıp televizyonda, gazetede, radyoda çalışanlara ‘‘ayol bu geçen hafta dokuz lira idi’’ neden on beş lira oldu diye dert yanması enteresan bir durum arz etmektedir. Zira tüketicinin normalin üzerinde bu fiyat diye düşünebiliyorsa, neden on beş gün veya bir ay bu biberi almaktan vazgeçmiyor! Oysa bu zaman zarfında bibersiz yemek yapabilir, gıdasız da kalınmaz. Fiyatı şişirilmiş sebzelerde bu hakeza. Zaten serada suni gübre ve ilaçla şişirilmiş olanlar bu kadar dayanmayacağı içinde fiyatlar otomatik olarak düşecek, daha sonraları da bu tip bir hareket olacağı düşüncesiyle fiyatlar normal halde tüketiciye arz edilecektir.

             İş bu pandemide ‘‘resesyon’’ şiddetli bir şekilde beklenirken öyle olmamış  izin günlerinde dahi her vatandaş harcamasını normal şekilde yapmamıştır..

             Pazarların(orta halli ve alt düzey geliri olan vatandaşlar olarak ele alıyorum.) açılmalarıyla her ne kadar pandemiden evvelki hale göre korkudan daha az kişi ziyaret ediyorsa da, Pazar esnafının mallarının dörtte üçü satıldığı görülmüştür.

             Demek ki halk bir bekleyiş içinde, biraz daha böyle yaşayarak sabretmektedir.

             Acaba diyorum, bu bekleyen son anda stagflation’a gider mi! Yani halk bu salgın hastalığı beklerken gözle görülmüş bir şekilde bir değişiklikten umudunu kesip, siyaseten güvenin azalması ve değişik propagandalar etkisi altında kalarak paranın mallar üzerinde etkisinin azalması, ihtiyacın üzerinde mallara olan talep olmasıyla ‘‘Talep enflasyonu’’ zuhur etmesi, eldeki imkanların kişilerde azalması ve ‘‘talep enflasyonu’’ ile ‘‘fiyat enflasyonunun’’ meydana getirdiği yüksek enflasyonda piyasada meydana gelen durgunluk nedeniyle bir stagflation’la yaşama mecburiyeti getirebilecektir. (stagflation, yani yüksek enflasyonda durgunluk)

    Bu durum yüksek enflasyonla hareketli bir piyasaya alışmış imalat ve üreticiyi zor duruma sokacaktır. Mamafih Türk halkı tüketiciliğe alışmış ise de harcama da tedbirden geri kalmaz. Lakin dayanma gücü de bir yere kadardır. Pandemi de bir kısım sektöre, para girmiyor ve belirli yerlerde temerküz ediyorsa, onların harcamaları da belirli yerlere olduğundan parasal dağıtım olamıyor.

             O halde, üretimin, imalatın çok acele bir şekilde artırılmasına gayret sarfedilmeli, döviz getirici hale bürünmeli, bu yapılırken de tüketimi azaltıcı, özellikle fuzuli harcamaları durduracak teşviklere imkan verilmelidir. Zira borcu borçla ödemek hiç kimsenin doğru diyeceği bir husus değildir.

    M. Zeki Sayın

    Stagflation ne demek;

    Stagflasyonresesyon ile enflasyonun aynı anda görüldüğü durumdur. Bu durumda ekonomideki işsizlik oranı artarken fiyatlar da hızla yükselmektedir. 1970 yılında İngilizcede stagnant (durgun) ile inflation (enflasyon, fiyatlar genel düzeyinin sürekli ve hissedilir artışı) kelimelerinin birleşmesinden türetilmiştir.

    KAYNAK: https://tr.wikipedia.org/wiki/Stagflasyon

    Devamını Oku

    Adab-ı Muaşeret Okulu

    0

    BEĞENDİM

    ABONE OL

    Son yıllarda yani internet kullanıldığından beri insanların, özellikle yeni yetişenlerde karşılıklı davranışlarda çok büyük değişikliklerin olduğu görünmektedir. Hele okullarda okuyan gençler, kendilerini internete kaptırarak kendisinden önceki kuşakları davranışlar açısından görmez hale geldiler. Adeta yirmi, otuz santimetrelik alet onları teslim aldı. Tecrübe yok sayıldı. Büyüklerin yaşadıklarının anlatımı fazla, düzensiz addedildi. Tecrübeleri dile getiren sohbetler yerine, yalnız kalarak internette uğraşımı oradan aldıkları bilgileri esas olarak kabul etmeyi yeğlemektedirler.

    Bu yeni nesildeki büyük değişim ileride zarar mı, kar mı getireceğini kimse sarahaten belirtmemekte ama bu durumdan özellikle anne ve babalar şikâyetçi olmaktadır.

    İnternet gençliği diyebileceğimiz bu nesil vasıtasıyla meydana gelen kültür değişikliği, örf ve âdetimizi sıfırlayarak bir Dünya vatandaşı yolu açılmaktadır. Yazılıp gelen kitaplar rafa kalkmış, edinilecek bilgi üç-beş tuşla doğru veya yanlış elde edilebilmektedir. Bu gençlikte anne – baba, kardeş, abi ve de büyükler arasındaki davranışlar, gönül almalar önemini kaybetmiş, büyüklerin onlara şöyle davranmanız gerekiyordu sözüne neden cevabı gelmekte, izahında, bu örf ve adetten geleneksel davranışın sevginin tezahürüdür dendiğinde de, ‘‘bunu söylemek şart mı’’ denilebilmektedir. Büyüklerle sohbet edilmesi ve onların tecrübe ve nasihatlarını bu sohbette dile getirilmesi gereksiz görülmektedir. Zaten buna da fırsat tanınmamakta emsalleri ile beraber olma yeterli görülmektedir.

    Peki, ne olacak; bilgilerin depolandığı kitaplar rafa kalkmış, büyüklerin tecrübelerinin dinlenmesi boş zaman kaybı olarak görülmüş olması nedeniyle geçen tarihle, örf ve adetin bağlarını devam etmesinin sağlanması, gerek bahsi geçen internet vasıtasıyla gerekse yüz yüze mecburi eğitimle bir nebze olsun düzeltilebileceğini düşünüyorum. Bu eğitimi zaman kaybetmeden okullarda mecburi dersler arasında ‘‘ Adab-ı muaşeret’’ adı altında verilmesi doğru olacağı kanısındayım. Kişiler arasındaki tutum ve davranış, bir Fransız, Amerikan anlayışına adetine göre olmayıp, bizim milli geleneklerimize uygun olarak, yemek yeme adabından, toplumdaki davranış ve sözleri de içine alan olmalıdır.

    Ayrıca bu sadece yeni yetişen gençler değil ileri yaşlara kadar otuzundan başlamak üzere okullar açılmalı, seminerler verilmelidir. Böylece eski ve yeni anlayış farkı asgariye indirilebilir.

    M. Zeki Sayın

    Devamını Oku

    Hakikati araştıracak bazı Hakimler – Savcılarda olabilir.

    0

    BEĞENDİM

    ABONE OL

    Evet yıllar yıllar önce bir kitap okumuştum mahkemelerde karşı hakimlerde varmış diye.

    Yeni kuşak ülkemizde yaşanan özellikle inancın getirdiği özelliklerden mütevellit insanların çektiği cezaları şahsen hatta yetmişli yılından sonra dünyaya gelen kuşağın bilmesi mümkün değil.

    Bir topluluğa konuşurken selamünaleyküm demenin suç sayılabileceği, takkenin, misvak’ın, tesbihin suç aleti olarak tespit edilip cezalar verildiğini düşünün. Bunları cebinde, evinde bulunduranların silahlı terör örgütüne mensup görüldüğü, hele hele üç veya daha fazla ise tam bir terör örgütü teşkilatı diye hapse atıldığı anlar olmuştur. Daha dün başörtüsü kullananların okullara alınmadığı, başörtülü bir öğretmenin okulun dışında bile başını örtmesinin yasaklandığı, işinden olduğu anlar olmuştur.

    İşte böyle zamanlarda bunların bir suç olmadığı kararını veren hâkim nadiren görülebiliyor, inananlarca da taktir edilirken. Yasaklayıcılar tarafından da ağır cezalara çarptırılıyordu.

    Nihayet bunlardan kurtulduk, bir daha böyle bir durum gelmez inşallah. Müslümanların başına çok başka şeylerde gelebilmektedir.

    Heyhat der gibi son zamanda birde feto denen bir şey çıktı. Binlerce Müslüman aldatıla aldatıla canı çıktı. Müslümanların kaderi mi bu durumlar.

    Yıllarca, çocuklar iyi eğitiliyor, dinini öğreniyor, her talebe için özel ilgileniliyor. Yurt dışında ülkemizin bayrağı okullara asılıyor, İstiklal Marşımız öğretiliyor. Okulu bitiren her çocuk Türkiye elçisi olacak düşüncesiyle yardım etmeyen adeta kimse kalmadı. Kimin aklına gelirdi Gezi olayları, 15 Temmuz ihtilal teşebbüsü. Neydi ihtilalin hedefi ülkeyi bölmek mi yoksa birilerinin gelip başa oturması mı?

    Devamını Oku